Burdaysan ne tuttu seni bilmiyorum ama beni insanlarda en çok barındıran şey onların renkleri. Renklerini çekinmeden gösterebilen herkesi hayatıma davet etmeyi seçiyorum. İnsan öyle bir varlık ki; her an ne zaman rengini olduğu gibi ortaya koyabiliyor olursa işte o zaman parlamayı beceriyor. Ben elimde kolumda o sepetle, huzur ve mutluluk saçarken ekoseli örtülerin üzerinde olmayı tercih ediyorum. Sizi de beklerim. Her birimizin hayat amacını aradığı bu serüvenlerde ben sizi bir araya getirirken mutlu olun istiyorum. Mutluluk öyle ki her duyunuza hitap etsin. Öncelikle gözünüz doysun, kaliteden ayrılmayan tüm ürünlerimizin eşliğinde hepsi ilmek ilmek emekle işlenmiş o sepetin içinden her çıkarıp serdiğiniz sizi yansıtsın. Siz o yansımada göreceklerinize hazır olun. Gördükleriniz neden siz biliyor musunuz? Çünkü emek, her birimiz kendi şaşkınlığımızda yarattığımız aidiyetin aslında emekten var olan işçilikler olduğunu içten içe biliyoruz, dokunduğunda sevgiyi hissettiğin kadar varsın. Cafe Fernando kitabında neyi gördüm biliyor musun? Eksikliklerin fark edilip onları doldurmak için istiktarlı tekrarlar ve hevesle birleşen o emek noktasında yaratacağımız ürünün sonu sonsuzu yok. Cenk Sönmezsoy’un fark ettiği şey şuydu: Ülkemizde kruvasan yoktu, dünya mutfağı buraya henüz gelmemişti, biz ilk makaronu Paris’te yemiştik ve Türkiye’de en çok yaklaşan yer Beyaz Fırın’dı zamanında fakat biz neden olsun onları evde üretemez, ülkemizi muhasır medeniyetler seviyesine evimizden taşıyamazdık ki? Biraz Fransız gibi yaşayalım bakalım C’est la vie!